Ancak bu durum belirli bir süre sonra ( bir kaç ay ya da yıl) flashlarla tekrar karşımıza çıkar. Buna da Travma Sonrası Stres Bozukluğu denir. Savaş ve depremlerden sonra genellikle TSSB sorunu yaşanır.
Aynı durum insan ilişkilerinde de yaşanır. Yâni ilişkilerimizde yaşanmış olan duygusal travma sonrasında kendini tekrar eder. Bu yüzden çoğumuz aynı kısır döngülerden bir türlü çıkamayız.
Hepimiz farklı kişilerle, farklı zamanlarda hep aynı şeyleri yaşar.
Çocukluk döneminde en çok hissettiğimiz duygular dışlanma, onaylanmama, önemsenmeme, sevgi, korku, acı, utanç, suçluluk vs. ne olmuşsa gelecek ilişkilerinde de kişi otomatik olarak o duyguları seçer/ inşa eder.
Bu duygular yaşanan gerçekliğin bizdeki yansımasıdır. Yaşanan olaylar ve karşılaştığımız tutumların objektif gerçekliği farklı, bizdeki yansıması farklıdır.
Ve bizi hasta eden, üzen, mahveden şey bu yansımalardır.
Biz kendi geçmişizden kaçtıkça o, bulduğu her fırsatta karşımıza çıkar. Özellikle o rollerin içine girdiğimizde. Örneğin anne ya da babamızın davranışlarından şikayet eder ve çoğu konuda onlar gibi olmayı istemeyiz. Ancak biz de ebeveyn olduğumuzda aldığımız rol model kalıpları tekrarladığımızın farkında bile olmayız.
Veya çocukluk döneminde suçlanmaya maruz kalmışsak ilerki hayatımızdaki ilişkilerimizde hep suçlu hisseder ve muhatabımızı hep suçlarız.
Sağlıklı iletişim kuramadığımızda yani yaşadığımız duyguları paylaşmayı bilmediğimiz için ve sadece şikayet etmekten yana olduğumuz için de aynı şeyler hayatımızda tekrarlar durur.
Peki bundan kurtulmanın yolu var mıdır?
Elbette var.
Şimdi size bilinçaltı temizliği demeyeceğim zira bu bir uydurmadır.
“Bilinçaltı temizliği” İnsanların ihtiyaçları üzerinden oluşturulmuş bir sömürüdür. Tedavide bilinçaltı ile çalışma vardır ancak temizlik yoktur.
Hayatta karşılaştığımız hiçbir olay ve hiçbir kişi tesadüf değildir.
Yaşadığımız her acı/ deneyim travmalarımızın tedavi olması içindir. Çünkü travmanın tedavisinde ikinci kez travmatize olmak vardır. İlkinden kurtulmak için ikinci travmaya maruz kalmamız gerekir. Yani babanızla halledemediğiniz sorunlar karşınıza eşinizle farklı boyutlarda ancak aynı konularda tekrar gelir. Annenizle ve hatta ebeveynlerinizin kendi ebeveyni ile çözemediği konular karşımıza farklı kişilerde tekrar çıkar. Ta ki bunlar içimizde aşılana kadar. Aşamadığımız yani “tamamlanmamış” ne varsa karşımıza o çıkar. Ve eğer biz bunu kendi içimizde halledemezsek bu yaşanan kronik sorunları kuşaktan kuşağa kendi nesillerimize taşırız.
Bu yüzden vebali çok ağır yükler taşıyoruz. Hem dünyevi hem duygusal hem manevi anlamda. Ancak ne yazık ki sadece dünyevi yüklerin farkındayız ve sadece onu dert ediniyoruz. Bir ev sahibi olup çocuğumuza ev bırakmayı, onun kuracağı yuvaya bizden alacağı hangi sorunları taşıyacağından bin kat daha önemsiyoruz. Ve sonuç milyarlarca masraf edilerek kurulan evliliklerin bir kaç aylık hikayeden sonra sonuçlanması. Ne acı. Yazık.
Kabullenmek bütün travmaların yaşandığı süreçte varılması gereken en önemli aşama. Ve o aşamaya gelinceye kadar 4 evreden geçiyoruz.
Travma Süreci Evreleri
1) Şok Evresi: Hiçbir şeyin algılanmadığı bütün alıcıların kilitlendiği kısa evre. Bu evre çok kısa sürer ve ikinci evreye geçilir.
2) İnkâr Evresi: Bu evrede “Olamaz, Hayır, İnanmıyorum” ifadeleri ve duyguları hakimdir.
3) Suçluluk Duygusu: Keşkeler, pişmanlıklar yaşanır ve yaşanan travmanın sebebi olarak kişi kendisini görür ( Acele etseydim bunlar yaşanmazdı vs.)
4) Öfke Duygusu:Hem kendine, hem kaybedilen kişiye, bazen kadere vs.
5) Kabullenme: Direnci bırakma ve acıya izin verme. Acziyetini kabullenip teslim olma ve anlamlandırma sürecidir.
Bu son aşamada Anlamlandırma süreci devreye girer ve kişi artık yaşadıklarına belirli bir mesafeden daha objektif bakmaya başlar.
İşte bu yüzden acı veya korku yaşayan insanlara, henüz onlar o duygu yoğunluğu içerisindeyken, onları doğru dürüst dinlemeden direkt çözüm önerileri sunmak kesinlikle nafiledir.
Sizi duymazlar çünkü henüz duygu bombardımanı içindedirler.
Hele bazen duygular öyle yoğun ve karışıktır ki acı, suçluluk, pişmanlık, öfke, çaresizlik vs. bir aradadır. Böyle durumlarda duygunun yaşanmasına/ akmasına izin verilmesi gerekir. Biz malesef toplum olarak duyguları hemen bastırmaya çalışıyoruz. Hatta telkinlerimiz bile ” Ağlama, üzülme vs.” Bir cenaze oluyor ve kaybedilen kişinin en yakınları direkt acil servislerde iğneler, serumlar altında. Bu durum kesinlikle sağlıklı değil.
Aci akmayınca daha büyük psikolojik sorunlar devreye girer. Genellikle Panik Atak veya Bozukluk rahatsızlıklarının altında yaşanmamış yas süreçleri vardır.
Toplum olarak acılara, olumsuzluğa izin vermeyi başarmamız gerekiyor. Acının ve yanlışın işlevini görmeliyiz ve buna izin vermeliyiz ancak ona gömülmeden. Duyguya izin vermezsek o bizi yönetir, kabul eder ve kontrollü şekilde akmasına izin verirsek biz onu yönetiriz.
Cenaze gibi durumlarda zor durumdaki kişilerin sadece yanında olmanız yeterli.Telkin vermek, acile götürmek gerekmiyor.
Susun ve sadece yanında olun yeter.
Bazen susmak en güzel iyiliktir.
Ne kadar da az kullanıyoruz.
Susmayi öğrenebilmek dileğiyle.
Sevgiyle kalın…
FATMA ÇAKIR ÇALIŞKAN
Psikolog
Pozitif Psikoterapist
Psikodrama Co-Terapist
Ergen/Aile ve Evlilik Danışmanı