Hayatımızda sorunların işlevi büyüktür.
Öyle ki ilişkilerde negatif de olsa yakınlık sağlar sorunlar. Başına bi şey geldiğinde birinin en büyük küslükler biter bazen, en katı yürekler ısınır, en soğuk rüzgarlar ılık bir esintiye döner.
Buna rağmen çoğu insan sorunların çıkmasından hoşlanmaz hatta bazıları itina ile sorun çıkmasından kaçar ve ” Aman sorun çıkmasın! ” mantığıyla hareket eder. Bu tarz kişiler ilişkilerinde hep ” İdare eden ” rolü oynar, hep yapıcı davranmaya çalışırlar. Onlar böyle yaptıkça da,
Bununla birlikte bir de sürekli sorun çıkanlar vardır, adeta sorundan beslenir gibi sürekli sorun ararlar ve çözmek için çırpınır, uyuyamazlar. Buradaki asıl ihtiyaç ise sorunu çözmekten çok ” Kontrol edebilmektir. ” Kontrol edebilmek için sürekli sorunu dikkate alır, sorundan bahseder ve sorunun içinde kaybolurlar.
Hemen hemen her ailenin içinde sürekli sorun çıkaran bir birey vardır. Bu bazen bir eş, bazen çocuk, bazen bir kayınvalide, bazen de gelin olabilmektedir. Bu kişilerin ortak yönleri sürekli sorun ortaya çıkartmalarıdır. Sorunu ortaya çıkarma cesaretinden dolayı hep suçlu görülüp asıl sorunlu olarak algılanırlar. Oysa asıl sorunlu onlar değildir onlar sorunun çıkış noktasını temsil ederler. Davranışlarını kontrol edemezler ve tepkiseldirler bu yüzden çoğu zaman kendilerini yanlış ifade eder ya da hiç edemez ve haklıyken belki de haksız durumuna düşerler. Bu tarz kişiler kendi içlerinde yoğun suçluluk duygusu hisseder, her şeyden kendilerini sorumlu hisseder ancak dışarıya ise tam tersi davranır sürekli etrafındakileri suçlarlar. Başkalarının ihtiyaçlarına karşı aşırı duyarlı oldukları için ilişkilerinde ” duracakları yeri bilemez ” , kendilerinden talep olmadığı halde verici olurlar. Bu duyarlılıkları onları sürekli soruna odaklanmaya iter ve aldıkları gereksiz ve aşırı sorumluluklardan dolayı sorunu besleyen rol oynarlar. Artık sorun onlarla daha da büyümüştür. Çünkü sorunun bir parçası haline gelmişlerdir. Sorunu kontrol altına almak için adeta kendilerini unuturlar. Burada yaşadıkları asıl sorun ise kontrol edememenin verdiği ” yetersizlik ” duygusudur. Bu duygu ile baş edemedikleri için bu kadar yıpranır ancak kendilerini asıl yıpratanın muhatapları ” eşi, annesi, çocuğu, babası ” olduğuna inanırlar. Ve bu inançta da takılıkalırlar.
Bir çok insan takılıkaldığı sorunu yaratanın muhatabı olduğunu düşünür (eşi, çocuğu vs.) oysa onlar bizim sadece yaramızı tetikleyen figüranlardır. O yara bizim içimizde olup bize ait bir arızadır. Ama tabi muhatabını suçlamak daha kolay ve geçici de olsa rahatlatıcıdır.
Bir çok ailede madde bağımlısı bir genç, yahut
” aldatan ” bir eş olarak kendini gösteren kişilere nasıl yaklaşıldığı ise başlı başına bir konudur. Zira burada gösterilen tutum sorunun kangrene dönüp dönmemesinde önemli rol oynar. Olaylara fazla duyarlılık gösterip sorunu aşırı kişiselleştirmek sorunu daha da büyüteceği gibi ( kesin benim yüzümden bunlar oldu ) ; fazla dışsallaştırıp hiç üstüne alınmamak da ( benim hiç bir rolüm olamaz çünkü ben dört dörtlük bir babayım, kocayım, kadınım vs. ) olayı ayrı bir çıkmaza sokar.
Genellikle ailelerde ebeveynlerden biri sorun çıkaran çocuğa aşırı duyarlılık gösterirken diğerinin fazla duyarsız olduğunu görürürüz. Bu zıt tutum sorunu çıkaran tarafı iyice güçlendirir ve sorunun kronikleşmesinde büyük rol oynar. Burada olması gereken ise duyarlılıkta ölçüyü bulmak ve ortak bir tutum sergileyebilmektir. Anneler çocuklarına karşı duyarlılığı çok yüksek olup adeta babalarından çocuğu korurmuşcasına hareket ederken, babalar ise genellikle konunun çok uzağında bir yerlerde kendi dünyalarındaki işlerle meşgul olmaya devam etmektedirler. Anneler bu uzaklıktan hem rahatsız olup hem de yakınlaşmalarına bizzat kendileri engel olabilmektedirler. Bunu da çocukları ile babaları arasında köprü olarak yapmaya çalışmaktadırlar. Bu anlamda sürekli köprü olmaya çalışmak gerçek uzaklığı getirir ve bu tutum herkesi gereğinden fazla yorar.
Unutulmamalıdır ki,
Sorun, ihtiyaçtan kaynaklanır. Bir yerde bir sorun varsa bilin ki bunun altında bir ihtiyaç vardır. Biz sorunu yok etmeye çalışıp ondan kurtulmaya çalışırken asıl kaynağı görmez isek sorunlar hayatımızda boyut değiştirerek devam eder. Her sorunu bir ayna olarak görür ve sorunun asıl çıkış noktasını görebilirsek her sorun bizim için işlevsel hale gelir.
Sorunu doğru anlamazsınız onu çözemezsiniz. Doğru anlayabilmek için ise soruna belirli bir mesafeden bakmanız gerekir ki onu objektif algılayabilesiniz. Hani hepimiz biliriz başkalarının sorunları söz konusu olduğunda müthiş tespitlerde bulunur, faydalı öneriler verirken kendi sorunlarımıza gelince aciz kalırız. Bu neden kaynaklanır ? Kendi sorunumuza duygusal ve zihinsel mesafe koyamadığımız için aciz hisseder yardıma ihtiyaç duyarız. İsteriz ki birileri bizi duysun ve bir şeyler duyursun.
Bazan bildiğini duymak harekete geçirir insanı.
Duyamamak ve duyulmamak ise dipsiz bir kuyuya sokar.
İşte o zaman yaşadığınız küçük bir sorun da olsa içinizde büyür durur. Durduramazsınız. Unutmaya çalışsanız da sürekli üstünüze gelir.
Sorundan kaçmayın, aman sorun çıkmasın kafasını bırakın. Kavga çıkacak, rezil olacağız korkusuyla hareket ederseniz yani sizi yöneten iradeniz değil de bu korkularınız olursa kesinlikle korktuğunuz şeyi başınıza getirirsiniz. Korkularınızla yüzleşip onların üstüne gider ve iradenizle hareket edebilirseniz o zaman sağlıklı davranmış olur ve olumlu sonuç alabilirsiniz.
Sorundan beslenip onun üzerine bir hayat kurmayın. İnsan ruhsal olarak zayıfladıkça alınganlığı, kırılganlığı artar ve sorundan beslenmeye başlar. Bir yandan o sorunu çözmek için çırpınırken bir yandan adeta onu bırakamaz. Bu yüzden sorunu çözmeden önce o sorunla kurduğunuz ilişkiye bir bakın. Napıyorsunuz?
Sorundan
Kaçıyor musunuz,
Besleniyor musunuz?
Önce sorunla ilişkinizi düzeltin sonra ona bakın.
Sağlıcakla Kalın.
Psikolog Fatma Çalışkan