20 yaşında gencecik bir yüreğin umutsuzluğu, anlasilamayisi, onun iyiliği adına yok sayilişi ve tüm bu sorunlarla nasıl başa çıkacağını bilememesi. Biraz yakından bakınca gözlerinde tükenmişliğin, umutsuzluğun acısını görebiliyorsunuz.
Onun ardından ve onun adına çok fazla konuşuldu.Herkes ona kendince yorumlar yaptı kendi geçmişinden parçalarla Enes’i yorumladı. Yine yorumlandı Enes yine anlaşılamadı.
Oysa son isteği : “Umarım beni anlıyorsunuz” idi. Ancak yine anlayanı yeterince olmadi. Yani sevgili kardeşim sen kendini ve içinde bulunduğun hayatı anlamadigin/ anlamlandiramadigin sürece kendini feda etsen de anlaşılmıyormuşun.
Anlaşılmak insanın nefes almak kadar ihtiyaç duyduğu bir duygudur. Hakikaten insan anlaşılmadiğinda nefes alamıyormuş gibi hisseder. Anlasildikça hayata döner, hayatın anlamı olur. Ancak anlaşılmak için anlayabilmek ve kendini yeterince ifade edebilmek çok önemlidir. Nasıl olsa kimse beni anlamayacak, hiç bir şey değişmeyecek yargisiyla hareket edersek içinde bulunduğumuz karanlığa hapsoluruz.
Enes’ in ifadesi:
& “Aileme bunu söyleyemiyorum. Onlara anlatmaktan korkuyorum. Her şeyi yapabilme potansiyeline sahipler ve açıkçası ailem olmadan ne yapacağımı da bilemiyorum.”
Aile güven merkezi olması gerekirken korku merkezine dönmüş. Korkunun hakim olduğu bir yerde kişi kendini var edemez. Burada asıl düşündürücü olan bir gencin 20 yaşına kadar gelmesine rağmen aileye hâlâ bağımlı olması, onlar olmadan ne yapacağını bilememesi. Sorumluluk alacak inisiyatifi geliştirmemiş olmasıdır. Burada belli ki anneye bağımlılık söz konusu. Anneye bağımlılık ve annenin aile içindeki pasif rolü sebebiyle Enes’ in de kendini yetersiz hissetmesi.
& Enes: “Şu yaşıma kadar ailemin istediği gibi biri olmaya çalıştım. Çalışmanın verdiği tek ödül daha fazla çalışmak oldu. Artık bir şeyler başarmak için çalışmak istemiyorum. Gerçekten hayat çok zor geliyor.”
Burada dikkati çeken ‘başarmak için çalışmak’ ifadesi. Hayatın anlamının ve mutluluğun başarıya indirgendiği bir anlayışla asla güvende hissedemeyiz. Zira hayatta başarı kadar başarısızlık gerçeği var. Ve başarısızlık insanin en kıymetli kazanımı, potansiyelini oluşturmaktadır. Sonuç odaklı değil süreç/çaba odaklı olduğumuzda ; sonuca değil çabaya değer verdiğimizde daha sağlıklı bir hayat tarzımız olacaktır. Her şeyi başarıya indirgemek en büyük zulümdür.
& Enes: “Sürekli bir stres, ne yapacağını bilememe, gelecek kaygısı/korkusu var.”
Bu kaygının temelinde başarısızlık korkusu ve yetersizlik duygusu hakimdir. Belli ki başarılarla buralara kadar gelen Enes artık başarısızlığı deneyimlemeye başlayınca bununla nasıl başedeceğini bilemiyor. Mutluluğu ve anlami başarıya ingirgediğimiz zaman başarısızlık benlik algimizi sarsıyor, darmadağın oluyoruz. Keşke içinde defalarca ölen benliğimizin hayatta kalmaya devam ettiğimizde nasıl yeniden var olduğuna şahit olabilseydin Enes.
Keşke kendini ne kadar çaresiz hissetsen de mutlaka bir çarenin varlığına inansaydin. İnansaydin görürdün inansaydin yaşardın. Ancak inancın elinden alınmış boşluğa düşmüşün. Ve kimse elinden tutmamış ve senin ne kadar derin yaraların olduğunu anlayamamış. Ne kadar acı.
& Enes: “Çevremde ve sosyal medyada gördüğüm doktorlar doktorluğu (zorluğundan dolayı) tavsiye etmiyorlar. Köle gibi çalıştırılıyorsunuz özellikle asistan doktor olunca.”
O kadar haklısın ki, sırf toplumun gözünde itibar görmek için istemediğin bir bölümde okuman ya da belki buna zorlanman çok üzücü. Ancak keşke daha dirayetli olabilseydin keşke biraz özgüvenli olabilseydin de kendi canına kıymak yerine baskaldirsaydin herkese en fazla ne olurdu ki? Daha fazla ne olabilirdi?
& Enes: “İçinde bulunduğum durum Türkiye’de birçok gencin durumu aslında. Onları (intihar etmekten) iki şey tutuyor: İslam’ın bunu yasaklaması ve geride kalacak insanları üzmemek.”
Evet ne yazık ki büyük bir anlam boşluğu içerisindeyiz. Her şeye maddi anlamda sahip olup duygusal anlamda yoksun kalmanın bir sonucu olarak derin bir anlam boşluğu yaşıyoruz. Allah demek anlam demekti oysa. Allah demek ceza, yasak, kural, esaret demek değildi.
& Enes: “Zaten tüm gün okuldasınız. Üstüne bunları (namaz, kitap vs) istemeye istemeye yapmak zorunda olunca özgürlüğünüz elinizden alınmış gibi hissediyorsunuz. Dayanılmıyor bir yerden sonra.”
İnsan neyi istemeye istemeye yaparsa o şey ne olursa olsun zarar verir. “İstenmeden yenen aş ya karın ağrıtir yahut baş.” diye atasözümüz var. Örneğin ilacın zararlı olduğunu düşündüğünüzde inanılmaz olumsuz semptomlar ortaya çıkarken, ilacın iyi geldiğine inananlara plasebo verildiğinde iyileşebiliyorlar.
İnsanın iradesi ve bilinci neye nasıl inanırsa gerçekliği ona göre inşa oluyor. 20 yaşında bir gencin inanç özgürlüğü olmalı ve asla onun iyiligi adına bile olsa zorlanmamali.
& Enes: “Açıkçası geçmişe bakınca çok kötü bir hayat yaşamadım. Ama geleceğe baktıkça işler hep kötü olacak bunu şimdiden görebiliyorum.”
Zihin içinde bulunduğu gerçekliği seçerek algılar. Bütün olumsuzluklari toplayıp bunları geneller, felaketlestirir ve hiç geçmeyecek gibi algilatir. Oysa nesnel olan gerçeklik asla böyle değildir. Tıpkı güneşin doğup batması gibi hayatta da doğup batan olumlu/olumsuz döngüler vardır.
Hayat mucizelerle doludur ve hiç ummadığıniz yerden beklenmedik olumsuzluklarla da pozitif olaylarla da karşılaşırız. Ayrıca her olumsuzluğun içinde pozitif noktalar, olumlunun içinde de olumsuzluklar mevcuttur.
İnanmak, dayanmak, umut etmek … Hayatın en önemli 3 sac ayagıdır.
Allah umut demektir, Allah anlam demektir. .
Allah diyor ki: ” Kim Allah’a tevekkül ederse, onu beklemediği yerden rızıklandırır. O kendisine yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah, her şeye bir ölçü koymuştur.” ( Talak 3)
Enes in olayı üzerinden herkes kendi gerçekliğini anladı,kendi anlamını inşa etti. Bu da bizim anlamamız, bizim inşamiz.
Bilmem ne kadar anladık?
Doğru okuyabilmek ümidiyle…